Üniversitemiz İnsan ve
Toplum Bilimleri Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü İngilizce
Mütercim ve Tercümanlık Bölümü tarafından, 8 Mart Dünya Kadınlar günü
münasebetiyle” Tarihte Kadın ve Kadının Hakları” konulu konferans düzenlendi.
Prof. Dr. Aylin Görgün Baran’ın konuk olarak katıldığı etkinliğe akademik ve
idari personelimiz ile öğrenciler katıldı.
Dünyada ve Türkiye’de
kadın hareketlerini dinleyenlere derinlemesine anlatan Prof. Dr. Aylin Görgün
Baran, “08 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, bir kutlamanın tarihi değil;
kadının baskı altında tutulmasının ortadan kaldırılması ve konumunun
yükseltilmesini hedef alan bir anma günüdür.
Kadın hareketinin tarihi konusuna baktığımızda soyut bir ‘kadın’ kategorisinden
somut bir ‘kadın’ anlayışına doğru odaklanan bir mücadelenin var olduğu
görülür. Kadınların mücadelesinin tarihi çok eski çağlarda bulunmakla birlikte
kalıcı ve ciddi çabaların 18. yüzyılda başladığı görülmektedir. Her kültürde
kadının statüsüne ilişkin en önemli gösterge; kadının ekonomik yaşama katılım
derecesi, mülkiyet üzerindeki denetimi, ne tür ürünler ürettiği üzerinedir. Tarihsel
olarak toplumlar, avcı-toplayıcı toplumlar, sanayi öncesi toplumlar ve sanayi
toplumları olarak kategorilendirilmiş ve bu çerçevede aile ile kadın-erkek
ilişkileri incelenmiştir. Yeni taş çağında ortaya çıkan tarımcı ve çoban
toplumlar döneminde araç, gereç ve silahlar geliştirilmiş ve bu malzemeler de
sosyal koşulları etkilemiştir. Eski taş çağından yeni taş çağına doğru olan
değişim Neolitik devrim diye anılmaktadır. Bu dönemde iki farklı keşif ortaya
çıkmıştır: Toprakların ekilip biçilmesi, hayvanların evcilleştirilmesi. Burada
cinsiyete dayalı sosyal bir değişmeden söz edilmektedir. Erkekler hayvan
yetiştirmenin öncüsü; kadınlar ise tarım yapmanın öncüsü oldular. Bu dönemde
kadınlar, besin sağlama ve pişirme işlevlerine sahip olduklarından çok yüksek
bir statüye sahipti. İlk neolitik toplumlarda, doğa koşulları zaman ve mekânın
kadınlara en yüksek statüyü verdiği bilinen bir gerçektir. Tümüyle tarımın
egemen olduğu ve tarımın çoğunu kadınların yaptığı bir toplumda akrabalık ve
miras genellikle kadına göre değerlendirilmiştir. Toplumsal koşulların
değişmesi karşısında kadınların ve erkeklerin yaptıkları işlerde fiziki güç
temel dayanak olmuştur. Daha sonra tarım kadın mesleği olmaktan çıkmış erkek
mesleği olmuştur. Kadınların gıda ihtiyacını sağlama üzerindeki kontrolü sona
ermiş ve sosyoekonomik statüleri azalmıştır. Erkeklerin buluşları kadınların
statülerini azaltmalarına karşın daha iyi yaşamalarına yardımcı oldu. Bu yeni
durum kadınların eşit ekonomik statüsünün ekonomik temelini ortadan
kaldırmıştır. Erkekler tarım, çanak çömlek yapımı ve nakliye üzerinde söz
sahibi olduktan sonra, çoğu toplumlarda baba hakimiyeti oldu. Orta çağa
gelindiğinde köylü erkekler ve kadınlar, toprak sahibi için yılın belli
günlerinde çalışmak zorundaydı. Toprak sahibi de onları korumakla yükümlüydü. O
dönemin büyük gücü olan kilise, kadınların düşük statüde olduğu düşüncesine sahipti.
Tanrının imajının erkek olduğu tekrarlamıştır, Orta çağda 1407’de cadıların
yakılmasını Christine de Pizan, bir broşürde yazarak duyurmuştur. 17. yüzyıl
düşünürleri kadının düşünsel donanımının erkekten farklı olmadığını ve
eğitildiği taktirde eşit gücünü somutlaştırabileceğini ileri sürmüşlerdir. Feminizm
bilinçli bir protesto hareketi olarak devrimci burjuva geleneğinden doğmuş ve
eşitliği en yüksek ülkü olarak benimsemiştir. Kadın hareketi ile feminizm özdeş
görülmektedir çünkü feminizm dünyanın yarısını oluşturan kadınların insan
hakları çerçevesinde haklarını gerçekten alma ve kullanma serüvenlerinin
düşünsel temelini oluşturmaktadır. Erkek ve kadınların eşit hak ve imkanlara
sahip oldukları sağlıklı bir toplum yaratmayı istemektedirler. Feminizmin tarihinde
ilk dikkatimizi çeken şey ‘kadınların, kendi konumlarında iyileşme
sağlayabilecek bir ölçekte ve etki gücünde bilinçli olarak örgütlenmeye
girişmeleridir. İkincisi ise bu dönemde kadınlarca yazılmış hemen hemen tüm
yapıtların “şöhretli” kadınlarca kaleme alınmış olmasıdır. Ülkemize gelindiğinde kadın hakları
mücadelesini Osmanlı döneminden başlatabiliriz. 1839 Tanzimat fermanının
getirdiği özgürlük ortamı kadınların mücadele gücünü artırmıştır. Kadınların
eğitimi çerçevesinde ilk adım 1842’de Tıbbiye ’de kadınlara yönelik ebelik
eğitimleridir. 1859’da ilk kız rüştiyesi, 1869’da ilk kız sanayi mektebi, hemen
ardından da Darülmuallimat yani kız muallim okulu açıldı. 1874’te kadınlara yönelik, ilkokul üzerinde
bir eğitim sunan okul sayısı 10’un üzerindeydi ve tümünde okuyan kadın sayısı
300 kadardı. Kanun-i Esasi’de kız çocuklarının da ilköğretim eğitimi görmesi
zorunlu hale getirildi. 1914’de İnas
Darülfünunu yani kadınlar için ilk yükseköğrenim kurumu açıldı. 1918’de ise
kadınların protestoları sayesinde karma eğitime başlandı. Kadınlar ayrıca tıpkı
Batı’da olduğu gibi 19.yy’da sanayileşmeye yeni adım atmış olan Osmanlıda da
ucuz işgücü olduğundan toplumsal cinsiyet algılarına da bağlı olarak kadınları
çalışma yaşamının içine aldı. Önce Gayri-Müslim, ardından Müslüman kadınlar çalışma
yaşamına özellikle dokuma fabrikalarından başlayarak katıldı. Medeni kanunun
kabulü ile kadınların evlilik ve eğitimden çalışma hayatına varıncaya kadar birçok
düzenlemenin yapılarak pratiğe konulduğu görülmektedir. 1934 yılında seçme ve
seçilme hakkını kullanan kadın 1935 seçimlerinde meclise 18 kadın milletvekili
ile dahil olmuştur. 1986 yılında kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi
sözleşmesi ile Türkiye’de kadın mücadelesi önemli bir dönüşüm yaşamıştır. Tavsiye
niteliğindeki bu sözleşmenin hükümleri yürürlüğe konulmuş ve 2002 yılında
kadının çalışmasının erkeğin iznine bağlı olduğu yasası yürürlükten
kaldırılmıştır. Anayasanın 10. maddesi, Ailenin reisi erkektir, ibaresini
kaldırarak aile eşlerin birlikteliğine dayanmaktadır, hükmünü getirmiştir.
2011’de ise İstanbul Sözleşmesi imzalanarak şiddet gören kadınların korunması
yönündeki yasal düzenlemeler 6284 sayılı yasayla yaşama aktarılmıştır.” diye
konuştu.
Program, Prof. Dr.
Aylin Görgün Baran’a hediyesinin verilmesi ile sonra erdi.




